Biri borçsuz bir ülke söyleyebilir misin demiş, onun üstünden savunmaya geçmiş :) (ben de saflığa hiç dayanamam) Zaten borcun ve finansal işlemlerin kapitalizmin işleyişinin temel mekanizması haline geldiği neoliberal dönemde (aşağı yukarı 70lerin başından itibaren) bütün ülkeler borç ile büyüyor. Bu yüzden, abd ve çin dahil, her ülke ve bölgede aşağı yukarı 10-20 yıl arasında (bazen daha sık) bir ekonomik kriz patlıyor.
Ekonomimiz sadece borç ile büyümedi. Kendine özgü bir yol da izlemedi. Bazı ana akım ekonomistlerin iddia ettiklerinin aksine, kapitalizmden hiç sapmadı. Tam tersine, 90lar sonrası kapitalizmin aldığı yeni biçime tamamen entegre oldu: şehir içi rant ile kapitalin değerlendirilmesi ve ev sahipliğinin konut biçiminde ranta dönüştürülmesi. Bu mesele, en geniş anlamda, David Harvey tarafından bolca işleniyor. Onu, onun kaynakçalarını ve ona verilen referansları google scholar'dan karıştırıp genel teorik bilgiyi edinebilirsin.
Türkiye de GYO'ların kuruluşu, mortgage'in yaratılması, kentsel dönüşümün tanıtımı, büyük (çılgın) projelerin yapımı (stadlar, havaalanları, köprüler, gökdelenler vb.) vb. gibi yöntemlerle kapitalizmin bu yeni biçimine ayak uydurmuştu. Kemal Derviş ile AKP arasında doğrudan bir bağlantı ve süreklilik var. İşte bu anlamda sadece borçla büyüdü diyemiyoruz. Ancak söz konusu yatırımlar hep özel sektör borçlanması ve bu borçlanmaya verilen hazine garantisi sebebiyle doğrudan halkı ve ekonominin bütününü ilgilendiriyor. Türkiye'de söz konusu süreci anlayabilmen için Ali Rıza Güngen, Ümit Akçay, Özlem Çelik ve Elif Karaçimen'e bakmanı öneririm.
Bu neoliberal birikim modelinde, yine ana akım bazı iktisatçıların ve siyasilerin söylediği gibi, siyasi otoriterleşme yüzünden yatırım yapılmaması söz konusu değil. Kapitalizmin demokratikleşmeyle hiçbir bağı olmadığı ve tam tersini çoğu zaman tercih ettiği bolca tartışıldı (en ünlü isimler için: faşizmle bağlantı konusunda Nicos Poulantzas ve frankfurt okulunun çalışmaları ve güncel otoriterlik konusunda Ian Bruff ve Mark Neocleous. Hatta marksizmin dışından Foucaultcu postyapısalcılar bile bu konuda örnek verilebilir. Bu durum özellikle Latin Amerika krizleri çerçevesinde de bolca tartışıldı ama ben o literatüre hakim değilim). Zaten Türkiye'ye yabancı yatırımın azalması da politik otoriterleşmeden farklı sebeplerden kaynaklanıyor. Ki yabancı yatırım, borçlu ülkeler için borcu çevirmek için gerekli kredi ve döviz anlamına geliyor. İşte neoliberal birikim modelinde krizler, borcu çevirmenin aşırı masraflı hale gelmesi, uluslararası sermayenin (dövizin) merkez ülkelere geri çekilmesi (FED'in faiz oranları üstünde yaptığı değişiklikler bu yüzden önemli) ve dünyada genel bir likidite sorununun baş göstermesi sonucu oluşuyor. Bunlar da dünyanın her yerinde sürekli patlak veriyor. Sırf Türkiye'nin 1989'da sermaye hareketlerini serbestleştirmesiyle neoliberalizme tam anlamıyla geçiş yapabildiğini söylersek; 1994, 1999, 2000, 2001 ve 2008'de kriz yaşadığını hatırlatmamız lazım. Benzer sıklık diğer ülkelerde de var.
Sorularına az çok, bildiğim kadarıyla cevap vermeye çalıştım. Şimdi iki grafiğe geçersek, ikincisi cari açığın GDP'nin yüzde kaçı olduğunu gösteriyor. İlki ise söz konusu cari açığın kapatılması için hangi kaynakların kullanıldığını gösteriyor. İlkine dikkatli bakarsan, mavinin iki tonunun fazlalığının gösterdiği gibi, cari açık borçla kapatılıyor. Eğer borçlanma gittikçe maliyetli hale gelirse ve hazine bonolarının faizi artarsa, cari açığın durduralamayacak biçimde artacağının altını çiziyor.
0